Ahmet Talimciler-Taraf
Futbol gündemimize dair yaşadıklarımızı belki de en iyi futbolla da çok ilgili olan sevgili Feridun Düzağaç’a ait bu şarkı sözleri tanımlıyor. Seviyenin giderek düştüğü hatta dibin de altına indiği günlerde yaşıyor olmak maalesef utanç verici.
Ülkenin milli takımının oynadığı karşılaşmada elde edilen sonuçlar değil, yaşanan olaylar gündemi belirliyor. Küfür etmenin normal kabul edildiği, futbolcuların üzerlerinde taşıdıkları formanın rengine göre alkışlandığı ya da hakarete uğradığı dönemlerden geçiyoruz. İşin asıl can sıkan boyutu ise tüm yaşananları yine kendi kulüp penceresinden değerlendirmek suretiyle çok daha vahim gelişmelere kapıyı ardına kadar açanların yarattığı renk fanatizmi. Koca koca adamlar kamuoyu karşısına geçip kulüplerine ve futbolcularına yönelik olarak yapılan algı operasyonu üzerinden durumu kurtardıklarını zannediyorlar. Hâlbuki çok daha tehlikeli bir hamleyi hayata geçirmek suretiyle futbolun bir bölen unsur hâline gelmesine katkıda bulunuyorlar.
Evet, yaşadıklarımızın arkasında yatan en önemli mesele artık rekabet diyemeyeceğimiz Fenerbahçe ile Galatasaray kulüplerinin çığırından çıkan ve dokunduğu her spor dalına zarar veren büyüklük mücadelesidir. Eğer bu yaşananlara hâlâ rekabet demeyi sürdürürsek en başta bu iki takımın her alanda formalarını giymiş ve gerçek anlamda dostluğun oluşmasına katkıda bulunmuş binlerce isme haksızlık yapmış oluruz. Bu yaşananların adı rekabet değil, ezeli rakip ebedi dost kavramını çok uzun zaman önce maalesef elbirliği ile tarihe gömdük. Birbirlerinin karşılaşmalarını izleyemeyen dostlardan söz ediyoruz, burada artık dostluk, rekabet gibi kavramların işlemediğini ve bu ikilinin yaşadıklarının ülkenin başta futbolu olmak üzere diğer spor dallarına da zarar verdiğini görmenin zamanı geldi.
Her seferinde aynı şeyleri yaşamaktan sıkılmayanların ülkesi olarak Türkiye’nin insanlarına güzellikler yerine çirkinlikleri göstermesi ve onları böyle yaşamaya mahkûm etmesi ne kadar da acı. Futbol alanından toplumsal yaşamımıza her defasında ‘görmek istemediğimiz manzaralar’ şeklinde yansıyan ve dokunduğu her yeri kirleten görüntüler üzerinde daha ciddi düşünmeliyiz. Adaleti sağlayamadığınız her durumda şiddeti biraz daha fazla büyüttüğümüzü ve toplumsal hayatı biraz daha fazla kirlettiğimizi unutmamalıyız. Bu noktada hiç kuşkusuz en önemli görev Türkiye Futbol Federasyonu’na düşmektedir. Ancak yaratmış olduğumuz futbol iklimi içerisinde alınan her kararın bir tarafın lehine ve diğerlerinin aleyhine şeklinde algılandığı bir ortamda ‘eyyamcılık’ tavan yapmaktadır. Eyyamcılığın şiddeti beslediği ve eyyamcı zihniyet sayesinde ülkemizdeki taraftar profilinin her geçen gün biraz daha fazla komplo mantığı içerisinde olaylara yaklaşan bir kitle olması geleceğe yönelik umutlarımızı sekteye uğratmaktadır.
Bir diğer önemli aktör ise medyanın bizatihi kendisi olmasına rağmen medya bambaşka bir telden çalmaya ve kendi üzerine düşen sorumluluğu yerine getirmeye hiç yanaşmamaktadır. Milli maç yapmak için İstanbul dışında kentleri öneren, milli forma ve milli dava hassasiyetinden öteye gidemeyen bir futbol medyası ile yaşananların tekrarlanma ihtimali çok daha güçlüdür. Arada gazetecilerin dayak yeme olayı yaşanmamış olsaydı muhtemelen çok daha alt seviyeden olup bitenler geçiştirilecekti. Aslında yine aynı şekilde gerçekleşecek olması da tüm bu yaşadığımız komedinin trajedi hâline gelmesinden başka bir şey değildir. Ama bulunduğumuz yer itibariyle de daha iyisini hak ettiğimiz de maalesef söylenemez!
Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.