Dün oynamış olduğumuz maçla birlikte ikinci yarı başladığından beri galibiyet alamamış ve toplamda galibiyet özlemimizi 6 maça çıkartmış olduk. Aslında ilk yarının son maçı olan Galatasaray deplasmanı ve ikinci yarının ilk maçlarının zorluğu bizi ‘3-4 maç galip gelemeyebiliriz’ durumuna hazırlamıştı. Ancak bu sürecin ardından hepimizin beklentisi; Osmanlıspor-Gençlerbirliği ve Sivasspor maçları ile birlikte 7 puanlık bir seri yaparak Başakşehir deplasmanına kadar en azından rahat bir nefes alırız yönündeydi. Fakat düşmeye oynayan iki Ankara takımından içeride üç, dışarıda üç gol yiyerek sadece 1 puan alabildik. Son iki maçın savunulacak taraflarını ararsak elbette ki bulabiliriz. Mesela; Osmanlıspor maçında hakemin kötü yönetimi, üzerine 95.dakikada gelen tartışmalı penaltı, Gençlerbirliği maçında erken yenen gol ve yaklaşık 70 dakika 10 kişi oynanması gerçekleri görmek istemeyenlerin gözlerinin önüne pembe bir perde çekebilir. Ancak reelde çok daha büyük ve çözülmesi gereken problemler olduğu da aşikar.
***
Performansı ile parmak ısırtan hatta milli takıma kadar yükselen Sabri’yi neredeyse ve nedense kaybettik. Evet Tanju canla başla oynuyor iyi niyetle mücadele ediyor ama modern futbolda hele ki 4-2-3-1 gibi bir sistemi benimsediyseniz bir takımın beklerinin hem ofansif hem de defansif anlamda etkili olması şart. Biz bazen yedek bırakarak bazen bek önü 4-2-3-1’in sağ ofansif oyuncusu, bazen sol ofansif oyuncusu olarak deneyerek oradaki verimliliğimizi kaybettik. İkisiyle de olmuyor mu, o halde alternatiflerini yaratmak durumundayız…
***
Yine milli takıma yeni bir oyuncu kazandırır mıyız acaba diye düşünmeye başladığımız Tayfur’un dünkü halini görünce birçoğumuz gibi ben de gözlerime inanamadım. Tayfur’u etkileyen olgular sanırım bazen yedekte olması bazen ilk 11 başlaması -ki bunlar normaldir- ancak asıl olarak da saha içi performansı iyi de olsa kötü de olsa her maça 11 başlayacak olan bir isme orada (nedense) garanti olarak forma verilmesi… Futbolcu böyledir; Kendi İyi oynasa da kötü oynasa da oynadığı mevkiide formayı her halükarda alan bir oyuncu varsa bir süre sonra kendini salar. Çözüm istiyorsanız, adil olmak durumundasınız. Sizin için yaş-isim-uyruk fark etmemeli…
***
10 numarasız ve 2,5 ön liberolu orta saha modelimiz neredeyse artık rakipler tarafından ezberlendi. Ezberlenmesini bir tarafa bırakırsak bu model görüyoruz ki rakiplerin pozisyona girmesine de set çekemiyor maalesef. Aynı tip iki oyuncudan oluşan çift ön libero yanına bir de tam ofansif ve 10 numara olarak belirttiğimiz nitelikli bir oyuncu koymayınca hem rakip atakları kesmekte yetersiz hem de hücumda şuursuz kalıyoruz. Ben Tamer hocanın yerinde olsam orada mutlaka Scarione’yi olmadı Axel’i dener ve hatta ısrar ederdim. Tabii ki antrenör değiliz ve idman performansını Tamer hocadan iyi bilemeyiz ancak ‘top ayağına yakışan’ tip oyuncuyla oynamak sizi skor anlamında öndeyken rahatlatan, gerideyken ise oyununuzu kurgulayan bir durumdur. Öne geçtiğimiz ve skoru korumamız gereken Fenerbahçe ve Osmanlıspor maçlarını getirin gözünüzün önüne… Ayağa pas yapıp takımı rahatlatan bir oyuncu olsa ne kabuğumuza çekilir dan-dun topa döner ne de şuursuz bir yapıya bürünürdük.
***
Formayı biraz adil dağıtıp, hem oyun yapısında hem de oyuncu değişikliklerinde ezber bozarak bu sıkıntılı süreci atlatıp tekrardan ilk yarıdaki imrenilen futbola dönebileceğimizi düşünüyorum. Hocamızın felsefeyle de arasının iyi olduğunu biliyorum. O nedenle ben de yazımı sevdiğim bir notla bitirmiş olayım; ‘Kazanmak arada sırada olacak bir şey değildir, işleri arada sırada değil, sürekli düzgün yapanlar için kazanmak bir alışkanlıktır, yoksa kaybetmek de bir alışkanlık olur’.
Süleyman YENGİL