Gerçekten de öyledir.
En basitinden,maaşlı bir çalışan isen; hayatını bordrona göre, iş sahibi isen ödemelerine endeksleyerek yaşarsın.
Aileni geçindirmek,tatile gidebilmek daha da geneli hayatını devam ettirebilmek; komplike bir matematik problemidir adeta.
Eksi,artı,topla,böl...
Ancak, sen bu problemi kendi içinde çözmeye çalışırken; hayatın da senin için planladıkları vardır.
Sen ne plan yaparsan yap,maddiyatını ne şekilde şekillendirmeye çalışırsan çalış, beklenmedik şekilde ortaya çıkıveren 'bazı şeyler' seni adeta zemine çakı verir.
Futbolun da bence futbol olmasının asıl sebebi budur.
Matematiğin ve planların belli bir noktaya kadar işleyebilmesi, belirleyici etmenin ise 'bazı şeyler' olmasıdır.
Tıpkı 'hayat' gibi.
Düşünün ki; camia olarak hedefinizi gerçekleştirmiş, takımınızı bir üst lige, başkanından taraftarına hocasından futbol direktörüne kadar el birliği içerisinde 'inandık' diyerek taşımışsınız.
Yönetim ve teknik kadronuz; bir seneyi kapatmadan diğer senenin hesaplarına başlamış, üst limit bu alt limit bu diyerek hesap kitap yaparak,oyuncu planlamasına gitmiş, ve ulusal basının dahi dikkatini çeken bir kadro kurmuş.
Bir hevesle, inançla ve 'merhaba' diyerek yepyeni bir start alıyorsunuz.
Ama ligin en pahalı kadrosunu, ülkenin en büyük üçüncü kentinde kendi seyircisine izletemiyorsunuz.
Çünkü; kültür,sanat,spor ve medyada yani kitleleri peşinden sürükleyecek her alanda, adeta kapalı bir kutu haline gelen ve size açılmak istenmeyen her kapının bırakın kapalı olmasını adeta arkasından kilitlenerek, anahtarın karar vericilerin boynuna asıldığı bir sistemsizlik söz konusu.
Nüfus yoğunluğu, sosyo-ekonomik yapı ve daha da önemlisi 'futbol kenti' kriterleri önemsenmeden keyfe keder alınan 'Stadyum yapımı' kararları nedeniyle ilk iç saha maçınızı şehrinizden 330 km uzakta oynamak durumundasınız. Benzer bir uygulama sanıyorum ve gözlemleyebildiğim kadarıyla İzmir takımları haricinde sadece Ukrayna'da var. Shakhtar Donetsk'te maçlarını farklı bir şehirde oynuyor ancak iç savaş nedeniyle!
Vergilerini sizden alan ve bir düzineye yakın kanalı arasından sizin maçınızı verecek kanal bul(a)mayan yayın organının müthiş internet bağlantısının(!) kitlenmesi nedeniyle parmağınız 'yenile' tuşunda sezonun ilk golünü de kaçırıvermeniz, aklımı ne zaman kaçırırım acaba diye sorgulatır size.
Tüm bunların sezon öncesinde başınıza gelebileceğini/geleceğini tahmin edersiniz de; nereden bilebilirsiniz topun defanstan adeta langırt oynarcasına bir türlü çıkmayacağını ve böylesine komik bir gol yiyeceğinizi?
Neyse hadi fena oynamıyoruz, bastırırız, atarız, ligin ilk maçı, bari yenilmeden başlayalım derken;genellikle çaldığı düdükler ile başınızı yakan hakem camiasından üniforması aynı, sıfatı farklı biri bu sefer çalmadığı düdükle sizin lige galibiyetle başlamanıza set çeker adeta. Bariz penaltı (ki bu penaltı üçlü oligarşiden birisine verilmese televizyonlarda günlerce tartışılır) ve ikinci sarıdan rakibin defanstaki en önemli oyuncusu Binya'yı atması gereken hakeme birden Bin bela okurken buluverirsiniz kendinizi.
Dediğim gibi; sadece matematik,planlama ve istatistikten ibaret değildir futbol.
Tıpkı hayatın da olmadığı gibi.
Kaçırdığı pozisyondan sonra başına darbe alan ve kulüp doktorlarının aynı anda 'değiştir' dediği Vleminckx'in devam edeceğim diyerek oyuna girmesi ve golü atması, son düdükle birlikte sevindirmez ama 'olsun' dedirtir size.
Sanki bir hafta sonra benzer şeyleri yaşamayacakmışsınız gibi.
Takım oyunu, teknik-taktik,diziliş ve analizden bahsetmiyorum bu hafta.
Çünkü bir yere kadardır transfermarkt verileri, hoca tercihleri.
Kafana iki darbe alıp, yine de ben devam edeceğim diyerek golü atıyorsan kimse durduramaz seni.
Tıpkı hayatın çelme çakmasına aldırmayıp, yoluna devam ettiğin gibi...